8 Aralık 2018 Cumartesi

, ,

Harflerden Evrene


Merdivenlerden çıkıyorum. Burası teyzemin evi; akıl sağlığının yerinde olmadığını düşünen pek çok akrabanın artık ziyareti kestiği hatta çocuklarının türlü türlü hilelerle mal varlığına konmaya çalıştığı teyzem, bana; her ne olursa olsun başımı dik tutmam gerektiğini söyleyen teyzem, çok yaşamış, çok görmüş, güneşin altında binlerce yıldır yeni bir şey olmadığını diline pelesenk eden teyzem, koca yürekli teyzem.

Kapıyı çaldım, bekledim biraz, artık eskisi kadar çabuk hareket edemiyor. Kim bilir kaç dakika sürecek oturduğu yerden kalkıp kapıyı açması. Begonyalara baktım, hayata ve yıllara inat güçlenen tek şey sarmaşıklar ve ağaçlar olsa gerek diye düşündüm, geri kalan her şey çürümeye ve bozulmaya mahkum. Teyzem açtı sonunda kapıyı, kapı aralanırken acaba bugün kendini kim sanıyor diye geçirdim aklımdan. Buruş buruş olmuş dudaklarına kıpkırmızı ruj sürmüş, gözlerine "eyeliner" çekmeye çalışmış fakat her yere dağılmış, yanaklarına, renk vermek için olsa gerek, ruj sürmüş fakat kırış kırış yanaklarda iki kırmızı leke gibi duruyor. Tırnaklarında yer yer bozulmuş mor renkli oje ve parmaklarında türlü türlü yüzükler. Ellerinin derisi o derece şeffaflaşmış ki mavi damarlar iyice ortaya çıkmış.

İçeriye girdik. Etraf tozlu ve rutubet kokuyor. Çok nadir açar teyzem evin kepenklerini fakat nedense bugün güneşe izin vermiş, ışınlarıyla havadaki tozu iyice açığa çıkaran güneşe.Yıllardır bu şekilde yaşıyor, tek başına, kitaplarıyla başbaşa. Alışverişini uzun zamandır bahçesine bakan bahçıvanına yaptırıyor. Odanın birinde küflü raflara dizilmiş sararmış kitaplarla, insan yüzü görmeden, zaman geçtikçe artan kırışıklıklarıyla tek başına, üç çocuk ve altı toruna rağmen hem de.

Oturduk pencerenin kenarına karşılıklı konulmuş berjerlere. Biraz dışarıyı izledikten sonra mutfağa geçti. Kurabiyeler ve çayla geri geldi. Teyzem aynı zamanda harika tatlılar yapar, bugün kavala kurabiyesi vardı ve ben hemen saldırdım. Hazırım manasında kafasını salladı, bunun ne anlama geldiğini biliyordum. Çantamdan defterimi ve kalemimi çıkardım ve o anlatmaya başladı:
- Çocukluğumu geçen gelişinde anlatmıştım. Sanırım bugün hayatımdaki daha genel konular hakkında konuşmak istiyorum.

Her zaman böyle değildim ben, bana ne olduysa kitaplar yüzünden oldu, tüm karakterlerin türlü türlü psikolojik acılar çektiği rus yazarların karakterleri. Ergenliğim onlarla geçti ve ben onların dertleriyle büyüdüm. Kadının biri, kendini trenin altına atarak intihar eden bir insana rastlar geldiği istasyonda ve romanın sonunda kendi hayatını trenin altında sonlandırır. Gene bir başkasında, zengin bir tefeci kadını öldüren bir genç, vicdanının ağırlığı altında ezilir ve sonunda da ele verir kendini, öldürme nedeni olan çaldığı parayı ise çoktan atmıştır. Hayali kahramanların hayali acısı bile bana yetti, nereye baksam acı görür oldum, tüm hayatlarda, fakat buna rağmen, hayattaki büyük yanlışlığı ve hatayı daha o yaşlarda görmeme rağmen, ondan kaçtım. Evlendim, çocuklarım oldu, dipten beni dürten garip kaotik acı dışında her şey yerli yerindeydi sanki, ben de herkes gibi kör olabilmeyi başarabilmiş gibiydim, fakat ne bileyim bir şeyleri eksik yapıyormuşum hissinden hiç kopamadım, çocuklarım büyüdü, bendeki nedensiz acaip acı dinmedi. Yıllar geçti, eşim göçtü öteki diyarlara ve çocuklarım terk etti evi ve ben o zaman kendimi tamamen Tanrıya verdim, geri kalan her şeye sırt çevirdim, çogu zaman yemeden içmeden kesildim fakat bir saniye bile O'nun adını anmaktan kendimi geri tutmadım. Onunla konuşabilen tek kişi ben olacaktım, zamanla bu hayatı o kadar kanıksadım ki, aklım tamamen boşaldı, hayat anlamını yitirdi gözümde, çok büyük bir kara deliğin içine düştüm fakat yılmadım ve halen onu çağırmaya devam ettim. Soracaklarım vardı; içimdeki bu bitmeyen derin acının ve hüznün nedenlerini anlatmalıydı bana. Kim olduğumu sordum geceler geceler boyu, ağlayarak yalvararak, cevap gelmedi fakat ben gerçekliği kaybetmeye başladım. Bazen ev ve içindeki her şey şeffaflaşmaya başladı, aynadaki yansımamı bile zor görür oldum, kendimi çimdikleyerek var olduğumu kendime kanıtlama ihtiyacı duydum, emin olamadım gerçi, var mıydım yok muydum? Hıçkırarak kendimi kaybettiğim gecelerden birinde, gökyüzündeki hilalin şekli bozulmuş gibi geldi, yıldızlar da teker teker yere düşüyorlar sanki. Odanın içi düşen yıldızlarla aydınlandı ve ben vücudumda yazıların belirmeye başladığını gördüm, bir gelip bir kayboluyorlardı. Aynaya baktım, yazılar tersti, okuyamadım. Yazıların geçidi hızlandıkça vücudumun her tarafı yazı doldu sonra hepsi ilk kelimeden başlayarak, zincir oluşturarak yerdeki boş kitabı yaprak yaprak doldurdular, yapraklar gözümün önünde hızla çevriliyordu ve bana da bir şeyler olmaya başladı. Gitgide küçülürken diğer taraftan da kara kalemle konturlarımın üzerinden geçiliyordu, aynaya baktığımda çizgi film karakterine dönmüş gibiydim, artık etten ibaret değildim, benim karbon bazlı olmam sanki kurşun kalemin karbonundan dolayıydı. Bu halimi sevdim ve korkmadım hiç, artık çürüme ve bozulma gibi bir korkum yoktu. Sonra ben de kitabın içine girdim, benim de bir karakter olduğumu fark ettiğimde yaratıcı Tanrımla buluştum.

O konuşmasını bitirdiğinde karşımda teyzem yoktu, benim elimde bir kitap vardı ve ben sonuna gelmiştim. Ev kimin eviydi anlayamadım, kendi evim mi, teyzemin evi mi? Kafamdaki düşünce treni hızlıca durdu ve büyük sessizlik sardı her yeri. Ben kimdim hatırlayamadım. Çevreme baktım, tanıyamadım, bir yerlerden çok güzel bir melodi geliyordu kulağıma, o kadar tanıdık ki fakat daha önce nereden duyduğumu çıkartabilmem mümküm değil, içten içe biliyorum. Melodi her yere dağıldı, duvarlar, koltuklar, masa her yeri melodi kapladı, oradan içime girdi notalar. Artık ev ve ben tek bir melodiydik. Kaynağını bulmaya çalıştım, nafile ve ben dönüşmeye başladım, inceldim, metalleştim, bas gitar tellerine dönüşürken Tanrıyı gördüm ve ben yaratılışın müzik defterindeki notalar olduğumda, kucaklaştım O'nunla. Sormama gerek kalmadı kim olduğumu. Sevinç gözyaşlarım nağmelerde saklı.

Esindaş

0 yorum:

Yorum Gönder