8 Aralık 2018 Cumartesi

, , , ,

Hastane Odasında Bir Buruk Gerçeklik


Kapı beklemediğim bir hızla açıldı, belli belirsiz "içeri gelin" dediğini duydum, tereddüt ediyordum girmeye, değişik kokular geliyordu, yemek kokusu ile menekşe kokusu birbirine girmiş, başımı döndürüyordu, girmekten vazgeçmek üzereyken elimi tuttu, gözlerindeki deliliği görünce ürksem de girdim içeriye.

Bu evle ilgili anlatılan fantastik hikayelere çoğu zaman gülmüş geçmişimdir, bazı evlerin yanından yamacından yürürken hissettiğim doğaüstü duyguyu bu evde hiç hissetmedim nedense, normal insanların yaşadığı, normal olayların vuku bulduğu bir evden daha ötesi olduğuna da sırf bu hislerim yüzünden inanamadım.

Yalnız başına yaşayan insanlardan hep korkulur ben ise saygı duyuyorum onlara, zor yolu seçtikleri için, her ne kadar okuyucu normalin iyi olduğunu düşünse de, normal dışı (norm dışı, form dışı) insanların hikayeleri oluyor, geri kalanlar yarım yamalak cümle gibi, okuyamazsınız, çok tekrarlıdır ve çok sıkıcıdır.

O da çok yalnızmış ve normal değilmiş anlatılana göre, evden dışarı çok nadir çıkarmış, dışarıda da kimseye selam vermezmiş, kimisi bunu burnu büyüklüğüne bağlarken kimisi de utangaçlığına bağlıyordu. Evine kimseyi de almazmış, birkaç komşu pişirdikleri aştan vermek bahanesiyle -tabi aslında hep meraktan- kapısına kadar gelirmiş, kapı açıldığında evin içini şöyle bir kontrol etmeye çalışır, sonrasında kapı çat diye yüzlerine kapanıverince elleri boş ayrılırlarmış oradan. Evden kimi zaman kadın sesi de duyarlarmış bu da meraklarını daha da arttırmış doğal olarak. Velhasıl bu kalabalıkta böylesine yalnız olmak zor.

İçlerinden birkaçı altınlarını evin bahçesine gömdüğünü, bunu kendi gözleriyle gördüklerini, bunun dolunaylı bir gecede gerçekleştiğine ve o sırada evin penceresinden beyazlar içindeki bir kadının bahçeyi seyrettiğini anlatır dururdu. Bu kadını ilk görüşleri de değilmiş.

Ben bir keresinde belli belirsiz bir kadın silüeti görmüştüm penceresinde, bana gözlerini dikmiş gibiydi, fakat rüzgarlı, sisli bir gündü ve başım da dumanlıydı, o görüntüye hiçbir anlam yüklemedim.

Belki de evindeki altınlardan dolayı dışarı çıkmıyor olabilirmiş, ya da kimbilir hapsettiği kadın dışarı kaçmasın diye. Peki ya o kadın kimdi? Ailesi- varsa eğer-neden merak etmiyordu? Neden kaçmaya çalışmıyordu? Arkadaşları neden yoktu? Bunların hiçbirinin cevabı yok.

Ben kapıyı cevap bulmak için çalmamıştım, Tanrı korusun, merakımı gidermek için hiç değil. Bahçesi bahçeme bitişikti ve maalesef ne kadar dikkat etmiş olsam da en sevdiğim nevresimin bahçesine düşmüş, alaycı bir nevresimim var.

Korkarak girmiştim içeriye, kalbim sıkışıyordu nedenini bilmeden, bacaklarımın gücünü kaybeder gibi olup sendeledim. Kolumdan tuttu beni bir koltuğa oturttu. Ne kadar tanıdıktı her yer, kesin yaşamıştım burada, yok yok nasıl olur, kalbim göğsümden fırlayacak gibiydi. "Sakin ol" dedi ve devam etti "birden belki çok şaşırdın ve derin bir şoka girdin fakat başka yolu yoktu, unuttun herşeyi".

Nefesimi düzenlemeye çalıştım, biraz da olsa yatıştım, ayağa kalktım, tüm odalara girdim, mutfağa girdim.tüm çekmeceleri açtım, her şey bıraktığım gibiydi, zihnimin gizli bir mahzeni açılmış ve ben deliliğe vurmadan bununla başa çıkmaya çalışıyordum, her odaya girip çıktıktan sonra vücudumun ağırlaşmaya başladığını hissedip kendimi koltuğa attım. En sonunda koltukta elimi tutunca, ben gözümü açtım.

Hastane odasındayım, elim elinde. Daha tam açıklamadılar ama çok çok uzun yıllardır komadaymışım ve ben uykuların en derinindeyken, bir tarafım hayata, gerçekliğin garipçe burkulup saptırılmış hikayesi ile tutunmuş. O ev benim evim, o kadın da benim. Benim hayaletimle hayata tutunan da o.

Esindaş

0 yorum:

Yorum Gönder